Bahçeşehir Üniversitesi, İletişim ve Tasarım Bölümü’nden mezun olduktan sonra bir sene boyunca İstanbul’daki Açık Mikrofon Stand Up gecelerinde diğer komedyenler ile birlikte 5 ile 10 dakika sahne almaya başlayan Denizhan Haznedar bu süre zarfında kendi uzun gösterisini hazırladı. “Kıldan Tüyden Mevzular” adını verdiği stand up gösterisi ile İstanbul’da sayısız kez izleyici ile buluştu. Bu röportajda onunla çocukluğu, şakaları, hikayeleri, gelecek planları üzerine konuştuk.
Bize çocukluğunu bir fotoğrafınla birlikte analiz eder misin?
Çocukluğumu analiz etmek için aşağıdaki fotoğrafa ortalama 10 saniye kadar bakmak yeterli oluyor genelde. 10 saniyeden uzun bakınca evde futbol oynarken kırılan vazo seslerini duyabilirsiniz.
Fotoğrafa ilk bakışta görüldüğü üzere mutlu bir çekirdek aile tablosu göze çarpıyor. Fakat “nedense” bu fotoğrafta yer alan herkesten daha fazla gülmüş gözlüklü dişlek kepçe kulaklı bir velet var. İşte o velet benim. Herkes fotoğrafta güzel çıkmak için sağa sola artistlik bakışlar atarken (herkes dediğim babam) yarım gülümseme dediğimiz havalı pozlar verirken ortadaki bu velet adeta 3. duvarı yıkarak kadrajın içinden doğrudan izleyiciye bakmış.
Sanki gözleriyle izleyiciye “DEMİN NE YAPTIM BİR BİLSENİZ…” temalı pozunu vermiş. Kim bilir yine ne yaptı… Bilemiyoruz… ama bir haltlar karıştırmış… İşte benim çocukluğum özetle bu fotoğraftaki gibiydi. Hiperaktif, mutlu, yaramaz…
Hikaye anlatıcılığı “story telling” dünyada da yükselen trend. Sence hikaye anlatıcılığının en can alıcı yönü nedir? Ne olmazsa hikaye olmaz? İçten bir anlatım, gerçekçilik ya da merak duygusu mu? Bunların dışında nedir?
En can alıcı yönü, bana kalırsa yaşanan bir tecrübeyi ya da ilginç bir anıyı, karşı tarafa aktarırken o anki duyguları hissettirebilmek. Böylece oradaki duygu paylaşılmış oluyor ve artık o hikaye iki taraf için de ölümsüzleşiyor.
Anlatılan hikaye tümüyle bir hayal ürünü olup, yaşanmış gerçek bir olmasa da olsa dinleyen kişide duygular hissedilebiliyorsa önemi kalmıyor. Yoksa Dünya’nın en ilginç ya da en komik hikayesi de olsa anlatan kişi hikayedeki duyguları içten aktaramıyorsa dinleyen kişiler bunu hemen fark ediyor ve ortamın büyüsü kayboluyor. Hikayeyi anlatan kişi kadar dinleyici de bir o kadar önemli. Dinleyicinin algıları ne kadar açıksa ve kendini hikayenin içine ne kadar bırakabiliyorsa iki taraf için de çok keyifli bir hal alıyor.
Her şey ne zaman başladı? Ne okudun, kendini nerede buldun?
Her şey babamla annemin birbirini çok sevmesiyle başladı diyebilirim… (Gülüyor) Zaten son derece muzip ve güleç bir çocukluk geçirdim. Fakat tam olarak komediyle tanışmam Cem Yılmaz’ın gösterilerini çocuk yaşta izlememle başladı.
13 yaşında doğum günü hediyem olarak babam bütün aileye stand up gösterisine bilet aldı. Halbuki bir tek benim doğum günümdü niye onlara da bilet aldı bilmiyorum… Mumu neyse ki bir tek ben üfledim yoksa olay çıkartırdım… (Gülüyor)
Neyse gösteri başladı ivme alarak ilerledi, ben artık çenem ağrımaya başlayınca bıraktım gülmeyi, gösterinin sonlarına doğru sol tarafımda oturan babamın ve amcamın birlikte ağlarcasına gülerken ön koltuğa yumruklar atarak morardığını, sağ tarafımda annemin abimle birlikte katılarak gülerken nefes almakta güçlük çektiğini hatırlıyorum. Dur iki saniye nefes alsınlar diyorum yok, annemdir babamdır yapma etme… Yok… Espri üstüne espri. Makinalı tüfek gibi devam ediyor. Az kalsın davalık olacaktık adamla. Gösteriden çıktık kapıda yedek don dağıtıyorlardı öyle diyeyim. Hala saklar babam.(Gülüyor) O kadar fazla insanın tek bir çatı altında bu kadar güldüğünü görmek benim için bir kırılma anı oldu diyebilirim.
Sonraki bütün eğitim hayatım boyunca hep karikatür dergileri okudum. Bulduğum her yerden fıkra kitaplarını satın alırdım. Ortaokul dönemimde çok güldüğüm fıkraları öğretmenlerimden izin alıp sınıfın önünde anlatmaya çalışırdım. Fıkranın en komik, vurucu yerleri yaklaştıkça bana bir haller gelirdi ve gülmekten anlatamazdım. Ben sınıfın önünde çırpındıkça sınıf daha da yıkılırdı. En son benim yerime en yakın arkadaşım tahtaya çıkar ben köşede çığlıklar atarak gülerken son derece ciddi şekilde fıkrayı bitirir otururdu.
Belki de dünyanın en komik fıkraları değildi, ama benim için o yaşlarda öylelerdi. Bu yüzden tahtaya her kalktığımda sanki dünyanın en komik fıkrasını anlatıyormuşçasına inanırdım. Gülmeseler de sağlık olsun, güzel yıllardı. Sonuç olarak mizah ve komedi her zaman büyük keyif duyduğum bir alan oldu. Ardından internetle tanışınca Stand-up’ı dünyada bir tek Cem Yılmaz’ın yapmadığını öğrendim. Birbirinden tamamen farklı tarzlarda, farklı konuları işleyen ve ayrı kültürlerden türemiş komedyenleri keşfettim. İzledikçe, okudukça daha çok araştırdıkça ilgim daha da arttı.
Sainte Pulchérie Lisesi’nde, eğitsel kol olarak sporu seçmeme rağmen şu anki okul müdürü Alexandre Abellan tarafından Fransızca tiyatroya alındım. Böylece ilk defa sahnede tiyatro grubuyla birlikte belirli bir metin aracılığıyla izleyicileri güldürmeye başlamış oldum. O dönemde francophone liseler arası tiyatro festivallerine katıldık ve ekipçe birçok ödül aldık. Bahçeşehir Üniversitesi, İletişim ve Tasarım Bölümü’nden mezun olduktan sonra bir sene boyunca İstanbul’daki Açık Mikrofon Stand Up gecelerinde diğer komedyenler ile birlikte 5 ile 10 dakika sahne almaya başladım. Bu süre zarfında ufak ufak kendi uzun gösterimin hazırlıklarını yaptım.
Bu dönemde kendime, özellikle Fransa’da, hayran olduğum komedyenlerin canlı performanslarını izleme fırsatları yarattım. Son bir yıldır da “Yakın Temas” ve “Kıldan Tüyden Mevzular” ismini verdiğimiz tek kişilik gösterilerimi yapmaya başladım. Büyüklü küçüklü bir çok farklı mekanda ve tiyatro sahnesinde seyirciyle buluştum.
Bize komedyen kimliğinden bahseder misin? Şakalarının esas çıkış noktası “aile” mi? Hadi anlat bize.
Gündelik hayatta nasılsam sahnede onun daha enerjik ve algıları açık hali oluyorum. Sahne personam yok diyebilirim. Herkesin muhakkak ailesiyle ilgili başından geçen komik hikayeleri vardır. Annesinin, babasının, kardeşinin garip huyları, komik davranışları vardır. Ben de doğal olarak kendi çevremde bana komik gelen durumları sahneye taşıyorum. Bu yüzden esas çıkış noktası “aile” diyebilirim.
Şimdi dans da eklendi marifetlerinin arasına? Dans ederken ne hissediyorsun?
Yapamadığım birçok fiziksel aktiviteyi yapmak istiyorum. Mesela şimdi doktorlarla görüşüyoruz önümüzdeki sene inşallah doğum yapacağım, bakalım. Aksilik olmazsa normal doğum yapmak istiyorum. (Gülüyor) Dansa başladıktan sonra bedenimi daha iyi tanımaya başladım, neye nasıl tepki verdiğimi, kendini müziğin ritmine bırakmanın ne demek olduğunu? Kim ne der? Nasıl düşünür diye dert etmeden anın tadını çıkarmayı, konuşmadan kendimi ifade etmeyi öğreniyorum. Aslında sahnede yaptığım işin bir nevi bedensel provası gibi oluyor.
İdollerin, rol modellerin var mı? Motivasyon kaynağın hayatın ta kendisi mi yoksa başka gizemler de var mı?
Ben çocukluğumdan beri gülmeyi çok sevdiğim için insanları gülerken görmek, eğlenmelerine sebep olmak beni doğal olarak çok mutlu ediyor. Bu mesleği seçmemdeki en büyük sebep bu. Fakat idollerim gerçekten var, her akşam posterlerine sarılıp öpüp koklayıp “Gud Nayt Justin muck!” diye uyumasam da beni gerçekten motive eden bir çok isim var. Jim Carrey, Robin Williams, Rowan Atkinson (namı diğer Mr Bean), Ricky Gervais, Gad Elmaleh, Dany Boon, Michel Courtemanche, Kevin Hart, George Carlin, Marlon Wayans, Bo Burnham, Michael Jackson… Daha liste uzar gider.
Motivasyon kaynağım kesinlikle hayatın kendisi. Bir defa Dünya’ya geliyoruz, hayata ne kadar dahil olabilirsem kendimi o kadar besleyebilirim diye düşünüyorum. Yaşlanınca “ah be keşke gençken şunu da yapsaydım” dememek için günlerimi olabildiğince dolu dolu geçirmeye çalışıyorum. Her gün yeni bir meydan okuma. Bu yüzden her günün kıymetini bilip ne kadar verimli geçirebiliyorsam o kadar mutlu uyuyorum.
Yeni aktiviteler öğrenmeye çalışırken veya gezerken birçok yeni insanla tanışıyorum, sonuçta her insan yeni bir hikaye, yeni bir karakter. O hikayeler zamanla şarap gibi kendi tadını, aromasını buluyor. Bu sayede bir sürü hikaye biriktiyorum. Gösteriye gelenlerin hayatın karmaşasından, stresinden kurtulup bir saatliğine de olsa mutlu şekilde güzel anılarla ayrılmalarını istiyorum.
Gelecek planların neler?
İlk isteğim yaptığımız tek kişilik gösterileri daha da sıklaştırıp seyircilerle daha fazla yerde buluşabilmeye imkan sağlamak. İlham aldığım komedyenler gibi performansımı büyük gösteri merkezlerinde yapabilmeyi istiyorum çünkü insanlara daha fazlasını verebileceğimi düşünüyorum.
Performansımın içine dans, müzikal kısımlar, seyircinin şaşıracağı ufak sürprizler ekleyerek eğlencenin hiç azalmadığı tam bir şov sunmak için hazırlık sürecim hep devam ediyor. Dijital ortamda da eğlence ve mizahın sürmesi adına ürettiğim videolar sayesinde çok fazla insanla ve genç arkadaşla tanıştım, tanışmaya da devam ediyorum. İnsanlara harekete geçmeleri için ilham vermek, bunu da tanışma fırsatı yakalayamadığım insanlarla çektiğim videolar sayesinde yapmaya devam etmek istiyorum.
Ulaşabildiğimiz insan sayısı genişledikçe pozitif enerjiyi yaymak gibi bir hayalim var. Bu bir fidan ekme etkinliği olur, çevre kirliliği için buluşma olur, sokak hayvanları veya barınaklar için projeler olur, kimsesizler ya da engelliler için geliştirilecek projeler olur. Ya da farkındalık projeleri olur. Amacım iyiliği yaymak. Bunun dışında kişisel olarak limitlerimi zorlamaya devam etmek istiyorum. Örneğin, skydiving bunlardan biri. Stand Up yapmaya başlamadan önce sahne heyecanını skydiving yapmaya benzetirdim. İkisinin de paha biçilemez ve en azından bir kere tecrübe edilmesi gereken deneyimler olduğunu düşünüyorum.
Yeni enstrumanlar öğrenmek, gezmediğim ülkeleri gezip yeni kültürleri tanımak, yeni lezzetler tatmak istiyorum. Kısaca sağlıkla ilgili bir sorunum olmadığı sürece konfor alanımdan yine sıkça çıkmak gibi bir düşüncem var.