Şehrin üstüne gece indiğinde, tatlı rüyalara dalıp yıldızları izleyip dilek dileyenlerin dışında çalışmaya kaldığı yerden devam edenler de vardır. Gece tüm sessizliğiyle onlara eşlik eder, sabaha kavuşmalarını sağlar. Sokakları boyayanlar, uçağı son dakika kaçıranlar, müziğin sesini açanlar, üst üste çay içenler, kahvesi bitenler, başı düşenler, sabredenler, pes etmeyenler, üretenler, yeniden başlayanlar karanlık göğün altında buluşurlar.
Gece Üretenler serisinin ilk röportajı şimdi yayında.
Güneş yerini aya bıraktığında masasının başında hala çalışan insanlara reklamcı denir. Gece onlar için her şeyin başlangıcıdır. Gecenin karanlığında onlar için parlayan fikirlerin izlerini sürerler. Adımları hızlı, düşünceleri seri, üretim pratikleri basittir. Basitin içinde doğal ile abartılı olanı birleştirirler, insanları şaşırtmayı isterler. Reklamcılar az uyuyan, gecelerce bir odanın içinde kafa kafaya verip fırtınalar içinde kürek çekenler. Manajans JWT Kreatif Direktörü Kaan Ertüz kaptanlardan biri. Gece binada ışığı yanan tek pencere ona ait.
“Kaan’ın en kısa tanımı galiba verdiğim eğitimlerde kullandığım dört kelime: “İşine aşık, reklamcı çocuk…” İşimi seviyorum, çocuk olmayı seviyorum, enteresan oyuncakları toplamayı seviyorum. Koleksiyonumun en garip oyuncakları göbek atan Saddam bebeğim ve ülkemizde yasaklanan Mazlum Ayı…
Eşim sayesinde hayatıma giren iki köpeğimiz var, isimleri Çamur ve Tip. Onlar benim aynı evde yaşayabildiğim çok yakın arkadaşlarım… Hayatımda onlar olduğu için çok şanslıyım. Herkese tavsiye ederim, bol bol köpek sahiplenin…” #hereveenazbirköpek
Aslında insanların kavramları yorumlayışı çok değişkenlik gösteriyor. Bir reklamcı için “gece” çoğu insana göre bambaşka bir anlam taşıyor. Senin için gecenin, eve gidip ayaklarını uzatıp televizyon seyretmekle geçirilecek bir zaman dilimi olmadığını biliyorum. Bize Kaan Ertüz’ün gece kavramını anlatır mısın?
Benim için de gece, eve gidip ayaklarımı uzatıp televizyon seyretmekle geçirilecek bir zaman olabilirdi öyle yaşayan insanlara çok saygı duyuyorum. Fakat yaptığım işin yapısı bana bunu yapmak için çok fırsat vermiyor. Belki de vermemesi daha iyi, işimi seviyorum, gün içinde rutin günlük işlerimizi çözdükten, ofiste el ayak nispeten çekildikten sonra çalışmak bana iyi geliyor.
Aslında ben çok da gece insanı değilimdir. Tüm eğitim hayatım boyunca sabah 4-5 gibi kalkıp etrafta kimse yokken çalışmayı tercih ederdim. Genç bir reklam yazarıyken de en iyi sabahları işe vapurla giderken işlere odaklanır ve fikir bulurdum. Çalıştığım insanların çoğu gece insanı, o nedenle yıllar içinde galiba ben de onlara ayak uydurdum.
Bu sektörde kaç gece geçirmişsindir? O geceler kimlerle, hangi ajanslarda geçti?
Bizim memlekette garip bir adet vardır, bir restorana gidildiğinde masalar sayılıp, ödenen hesaptan, o mekânın ne kadar kazandığı hesaplanır. Aynı yöntemi kullanırsak; iş hayatım boyunca haftada en az 3 geceyi ajansta geçirdiğim, sektörde 20. yılım olduğu ve yılda 52 hafta olduğu düşünülürse. 3120… Demek ki 3000’den fazla geceyi ajanslarda geçirmişim diyebilirim. 20 yılda irili ufaklı 10 farklı reklam ajansında çalıştım, şimdi o çalıştığım ajansları ve kişileri burada saymak çok sıkıcı. Ama her çeşit insanla sabahladım diyebilirim. Gecenin köründe masanın üzerinde uyuya kalan ve kimsenin uyandırmaya cesaret edemediği patrondan, içip içip etrafa küfürler savuran iş arkadaşlarına, Maçka Parkı’nın ortasında çekimin 20. saatinde monitörün başında uyuya kalan yönetmene hatta bir gece eve dönerken arkadaşımın aracının kapısını açtığımda ona çarpan mahalleden motor kaçırmış gencin başında acilde geçirdiğim saatlere kadar pek çok anım var.
Ben Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiirini çok severim. Yazar kökenli bir kreatif direktör olarak senin “gece”yi konu edinen en çok sevdiğin yapıt hangisi?
Tam bir edebiyatsever olduğumu da söyleyemem. Ben kendimi daha çok popüler kültür mühendisi, belki biraz toplum mühendisi olarak tanımlayabilirim. Sevseniz de sevmeseniz yaptığım iş sosyoloji, psikoloji, pazarlama gibi bilim dallarıyla sanat dallarını birleştirerek kitleleri etkileme üzerine… Ama sen gece deyince ilk aklıma gelen lise yıllarımda okuduğum Stefan Zweig’in Türkçeye “Olağanüstü Gece” olarak çevrilen “Phantastische Nacht”, hikayesi geldi, kitabın son cümlesi Almanca dersinde soru olarak gelmişti, “Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar”. Benim için şiir şarkı sözleridir.
Gece ve karanlık denilince aklıma ilk Pearl Jam’in Black parçası gelir. Hayatımın bir döneminde sık gittiğim bir mekânın sabaha karşı beş-altı sularında geceyi bitirme parçasıydı. Benim de en sevdiğim parçalardan biridir… (So why do I sear/ Oh, and twisted thoughts that spin/Round my head/I’m spinning/Oh, I’m spinning /How quick the sun can, drop away) Kafamızdaki karmaşık düşüncelere dalıp gittiğimiz günlerde gerçekten güneş ne kadar da çabuk batıyor.
Günlerce “Uykusuz her gece yorgun ölesiye” dedikten sonra ortaya çıkmış göğsünü kabartan işlerini bize anlatır mısın?
Reklam yazarlığının ilk yıllarında bir ajansta yeni işe başlamıştım. Partner olarak bana çok yetenekli ama bir o kadar da hayattan bezmiş bir sanat yönetmenini vermişlerdi. Geceleri iki-üçe kadar ajansta durur hiçbir şey yapmaz sabahları kalkıp işe gelemezdi, bazı günler saat 11 gibi ajansın şoförünü yollardık uyandırıp işe getirsin diye. Çalıştığı ajanstan, yaptığı işten ve etrafındaki insanlardan sıkılmıştı. Bir bankanın film festivali kampanyası için brief almıştık. Bir gece yine tatsız bir şekilde oturuyor, ben fikir bulmaya çalışıyordum. Aklıma bir fikir geldi, yazdım ve partnerime gösterdim. O hayatından usanmış adamın gözleri parladı, heyecanla çalışmaya başladık. Fikrin üstüne bir o kadar da o koydu. İkimiz de yaptığımız işten çok büyük haz alıyorduk. Bitkisel hayatta sandığım adam bayağı yaşıyormuş. Sunduk, oldu, aynı heyecanla sonuna kadar kampanyayı tamamladık ve o senenin konuşulan işlerinden biri oldu. Birkaç ödül bile aldık ama benim için daha önemlisi çalıştığı ajansta iyi iş yapılabileceğinden ümidini kesmiş bir insana yaptığı işi biraz olsun sevdirebilmekti.
Gece sence yaratıcılığı artıran bir zaman dilimi mi?
Ben en rahat yürürken düşünebiliyorum. Ama gece etrafımdaki insan sayısı azalttığı için daha kolay odaklanabiliyorum ve evet yaratıcılığımı artırıyor diyebilirim. Çok insan sevmediğim için olabilir, geceleri hep daha çok sevmişimdir.
Sayısız geceyi arka arkaya sabaha bağlamak insan doğasına aykırı. Peki sen doğaya nasıl karşı koyuyorsun? Power nap, vitaminler, minareller yeterli oluyor mu?
Beni ayakta tutan 2 şey var birincisi litrelerce kahve ve son bir yılda alışkanlık haline getirdiğim gün içinde yaptığım 20-30 dakikalık şekerlemelerim. O şekerlemelerin sonunda da genelde bir fikirle uyanıyorum. Uyanmasam bile hayatımda hiç yapmadım ama galiba bende meditasyon benzeri etkisi var. Bir şekilde zihnimi boşaltmama yardımcı oluyor. Hayatım boyunca uykuyu çok sevmişimdir beni hep iyi hissettirir. İnsan beyni de bence bilgisayardan farksız, kapasitesi ne kadar olursa olsun fazla çalıştı mı ısınıyor ve arada uyku moduna geçip soğuması gerekiyor. Bir tek adrenalin kısmı çok acayip, önemli bir sunumum varsa o sunum bitene kadar hiperaktif oluyorum. Ama bittiğinde de patates çuvalı gibi olduğum yere yığılıyorum.
Anneler Günü fikirleri hazırlıyorduk ve bir hafta boyunca, ajanstan üst üste gecenin bir yarısı çıkmıştım. Taksici bana dönüp “ablacım siz nerde çalışıyorsunuz?” demişti. Ajans olduğunu tahmin edemeyecek kadar şaşkındı. Senin başından tuhaf/komik hikayeler mutlaka geçmiştir. Paylaşmak istediğin bir anın var mı?
Biz gençken yapılan işlerin renk ayrımını beklemek gibi bir durum vardı. İlan yapılır bir renk ayrımı atölyesine gönderilir ve geldikten sonra kontrol edilip gazeteye gönderilirdi. Bu renk ayrımları da genelde gece yarısından sonra gelirdi. Bir ara bunları ajansta beklemek yerine ajansa yakın bir barda bekleme alışkanlığı edinmiştik. Bir gece fazla kaçırmışız renk ayrımları geldiğinde değil renk ayrımı burnumuzun ucunu göremiyorduk. Ne yapalım onay verip yolladık. Ertesi gün gazeteyi nasıl korkarak ve bir de kötü bir baş ağrısıyla açtığımı hatırlıyorum, neyse ki hiç hata yoktu. Sabahlama konusunda en tatsızı da eve gidecek gücü bulamayıp ajansta uyuya kaldığım zamanlarda, sabah 5-6 gibi gelen temizlikçilerin elektrik süpürgesi sesi ile uyanmak.
Hiç unutamadığın bir rüya/kabus gördün mü?
Çocukken uyuduğum zaman hep yerden birkaç adım yukarıda yerçekimsiz ortamda kolaylıkla ilerleyebildiğim rüyalar görürdüm. Bunun bana özel bir süper güç olduğunu düşünür ve kimseye söylemezdim, o nedenle de pek çok çocuğun tersine uyumak isterdim. Fakat odamda beni büyük bir kâbus beklerdi. Ailemin inatla duvardan çıkarmadığı ve benim aşırı korktuğum palyaço tablosu, onun yüzünden hep koridorun ışığı açık uyurdum. Hayatımda 2 kere de karabasan yaşadım, umarım kimse yaşamaz. Bir “gece müziği” listesi hazırlayacak olsan içine kimleri koyardın?
Hayatımın dönemlerine hatta her geceye göre bu playlist farklılık gösterirdi herhalde. Müzik konusunda çok tutarsızımdır, özellikle de geceleri tek başıma müzik dinliyorsam. Hiçbir parça birbirine benzemez. Ortaya karışık bir liste yapacak olsam: