Omzuna astığı kemanıyla aralarında kopmaz bir bağ olduğunu ilk kez, 2004 yılında konservatuvarın bahçesinde otururken fark etmiştim. Yazarlık stüdyosunda, yazdığımız oyunların akışını tartışırken uzaktan duyduğum keman sesinin Elvan’dan çıktığını hayal eder, kendime içinde bulunduğum andan uzaklaşacak yeni fanuslar yaratırdım. Müziğin iyileştirici etkisi, aylar süren turneler, konservatuvar ve uykusuz geçen uzun üretim süreci hakkında sanatçı Elvan Kızılay ile konuştuk.
Röportaj: Ege Özatay
Ege Özatay:
Elvan müzisyen bir aileden geldiğini biliyorum, şimdi uzan ve bize çocukluğundan bahset lütfen…
Elvan Kızılay:
Ayakkabılarımı da çıkartıp şuraya koyabilir miyim? Babam obua Hocası, ablam şancı, abim kemancı. Bir tek annemiz hemşire. Onun da ömrü, mesleki hastalıklarımızı, yaralanmalarımızı tedavi etmekle geçiyor. Dört-beş yaşlarımda iken beni de ara sıra konservatuvara götürürlerdi, babamın odasında oturup dersini falan dinlerdim. Okulun ilk günü kemanımı sırtıma almışım ve ailem evde bırakmamı, o okula henüz başlamadığımı söylemiş ve ben karalar bağlamışım. Sonrası da Üniversite, Yüksek Lisans diye devam ediyor işte.
Ege Özatay:
Biliyorsun GSF ve konservatuvarın bahçeleri iç içeydi ve bir gün yazarlıktan arkadaşımla, konservatuvarın önünden geçerken bir üflemeli çalgı “sabahlara dayanamam Osman aga” çalmaya başladı ve biz “oh beee sonunda” dedik. Çok ağır bir kuramsal eğitimden mi geçiyorsunuz siz ne yapıyorsunuz orada?
Elvan Kızılay:
Bu durum biraz sizin okulun, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin duvarına “Dünyayı Kurtaran Adam”ı projeksiyonla yansıtmaya benziyor. Aslında eğitim disiplinlerimizin çok da farklı olduğunu düşünmüyorum – bizimkinin İlk okul çağından itibaren başladığını saymazsak – çok fazla mesleki ders, günde altı saatin altına düşmeyen çalışma temposu ve konservatif yetişen çocuklardık. Çünkü genel kültür derslerimizin bitiminde ya orkestra dersimiz ya da artık kendi çalışma zamanımız başladığından ötürü akşam dokuz-on civarları ancak işimiz bitiyor okuldan çıkıyorduk.
Ege Özatay:
İzmir’de bir müzisyen için yeterli olanak var mı?
Elvan Kızılay:
Sadece müzisyen değil, tüm sanat okulu mezunları için devlet kadrosu söz konusu olduğunda, hepimize her şehirde yeterli olanak var. Tabii ki sınav açılırsa ve girebilirsen. Bunun dışında kalan işler için de tabii ki İstanbul, herhangi bir şehirle kıyaslanamaz durumda. Sektörün kalbi burada atıyor.
Ege Özatay:
Okuldan hemen sonra, “mezun sanatçı” olarak yol haritanı belirlemiş miydin? Neler yaptın?
Elvan Kızılay:
Okulda kalıp solfej hocası olmamı bekliyorlardı fakat tek hayalim İstanbul’da yaşamaktı ne olursa olsun. Yol haritası yok, mezuniyet depresyonu var. Tanıdığım çok az kişi var, ama gençlik işte umut var. İzmir’i çok seven ama İstanbul’a aşık biri olarak önüme nasıl bir fırsat çıkacaksa bunun ancak o şehirde yaşayarak olacağını hissediyordum ve kalbimi sesini dinleyip geldim.
Ege Özatay:
Şimdi Haluk Levent ile çalıştığını biliyorum… Gecen gündüzüne karışmış durumda olsa gerek…
Elvan Kızılay:
Karışmaz mı? Ardı ardına başka şehirlerde konserler… Kaç kişinin telefonunda 03.15, 04.35, 06.10 gibi alarmlara rastlarsın? Çoğu zaman uyandığım ilk an, “ben neredeyim?”i cevaplıyorum. En kötüsü de uçak indiği an uyanmalarım, gözümde göz bandı:) içimden “hiyaea” diye! Ama yine de gündüzleri çıkartıp bize geceleri verebilirler. Biraz da sıcak verdiler mi tamamdır, belki de hiç yaş almadan sonsuza dek yaşarım öyle bir gece sevgisi! Bir de söylemeden geçemeyeceğim, O’nunla çalıştığım için kendimi ne kadar şanslı hissetsem az kalır ve inanın tanıdıkça hayranlığım her geçen gün daha da artıyor.
Ege Özatay:
Senin kemanın diğer alıştığımız kemanlardan daha farklı, değil mi?
Elvan Kızılay:
Haluk Levent ve başka çalıştığım sanatçıların sahnelerinde siyah elektro kemanımı kullanıyorum. Hatta o kemanımı, yanlarından ısırılmış elmaya benzetiyorlar. Buna ek olarak kendi performans sahnelerimde özel yapım pembe karbon elektro-akustik kemanımı da kullanıyorum.
Ege Özatay:
Gece çalışmak genç bir kadın için zorlayıcı oluyor mu?
Elvan Kızılay:
Bu ülkede yaşayan kadınlar için bırak gece çalışmayı, gündüz sokakta bile yürümek zor. İzmir’de büyümüş iki kişi olarak, kıyafet mevzusuna hiç girmiyorum. Veya gireyim, yok yok girmeyeyim. O kadar sindirilmişiz ki bunu ancak Avrupa ülkelerindeki ziyaretlerimizde hissettiğimiz huzur ile algılıyoruz. En kısa sürede, toplumsal bilincimizin cinsiyetleri ayırmayacak medeni bir seviyeye gelmesini diliyorum.
Ege Özatay:
Çalışmaların nasıl gidiyor? “Less is More” ve “Requiem for Istanbul” adında iki bambaşka kliple görmüştük seni. Birinde enerjik diğerinde üzgün bir kadın.
Elvan Kızılay:
Şu anda da yayına hazır iki klip var, fakat diğer işlerimin -konserler, düğün ve kurumsal performanslarım- yoğunluğundan ötürü kendi prodüksiyonuma yeterli ilgiyi gösteremedim haklısın. O zaman buradan duyurmuş olayım, “Meşk-i Elvan” ve “Boomerang“ geliyor.